A) GAYRİ SAFİ GELİR VE CEZALAR
Emaye bobin teli (EBT) pazarında faaliyet
gösteren teşebbüslerin 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun (4054
sayılı Kanun) 4. maddesini ihlal edip etmediklerini tespit etmek için 13.7.2006
tarihinde başlatılan soruşturma süreci, Rekabet Kurulu’nun 4.7.2007 tarih ve
07-56/672-209 sayılı kararı ile toplam 6 adet teşebbüse idari para cezası
verilmesiyle sona ermiştir.
Bahse konu kararda ilginç olan nokta, Rekabet
Kurulu tarafından 5 adet teşebbüse elde ettikleri toplam gelirleri üzerinden;
buna karşın, Hes Hacılar Elektrik ve Ticaret A.Ş.’ye (HES) ise sadece EBT
pazarındaki cirosu üzerinden para cezası verilmesi olmuştur. Bu husus, tam olarak bu
gerekçe ile bir karşı oy konusu olmuş ve idari para cezasının HES’e ilişkin
olan kısmı oy çokluğu ile kabul edilmiştir. Teşebbüsler başka itirazlarla
beraber bu konuyu Danıştay’a taşımış ve Rekabet Kurulu’nun kendileri hakkında
verdiği para cezası kararını temyiz etmişlerdir.
Bu yazı çerçevesinde bütün temyiz başvurularını
değil, sadece ilginç olduğunu düşündüğüm HES ile Bemka Emaye Bobin Teli ve
Kablo Sanayi Ticaret A.Ş.’nin (BEMKA) başvuruları çerçevesinde verilen idari
para cezasının miktarının tespitinde dikkate alınması gereken gayri safi gelir
kavramının Danıştay nezdinde ne anlama geldiği ve Danıştay’ın bu karardaki
yorumunun gelecekteki Rekabet Kurulu kararlarına yapabileceği olası etkiler
irdelenecektir.
HES tarafından Danıştay’a yapılan başvuruda,
Rekabet Kurulu'nun HES hakkında verdiği idari para cezasına temel olan ve
HES’in sadece EBT pazarındaki
“gayri safi geliri” dikkate alınarak hesaplanan idari para cezasının bu haliyle
bile fazla olduğu; aslında Rekabet Kurulu’nun idari para cezası miktarının
tespitinde sadece HES’in yurt içi satışlarını kullanmış olması gerektiği ileri
sürülerek ilgili kararın iptali talep edilmiştir. Danıştay’ın 2008/8485 E.No,
2012/968 K.No ile verdiği kararda, Rekabet Kurulu’nun fazla ceza bir tarafa,
aslında olması gerekenden de eksik miktarda ceza verdiği ancak bu eksikliğin
kararın iptaline neden olabilecek nitelikte olmadığı belirtilerek HES’in bu
konudaki itirazı reddedilmiştir.
Diğer taraftan, kendisi toplam gelirleri
üzerinden ceza alan teşebbüslerden birisi olan BEMKA’nın Danıştay’a yaptığı
temyiz başvurusunda ise soruşturma konusu 6 teşebbüse bir idari para cezası
verilmesi gerekiyorsa bunun teşebbüslerin toplam gelir üzerinden değil, HES
isimli firmaya verildiği gibi gayri safi gelir üzerinden verilmesi gerektiği
ileri sürülerek kararın iptali talep edilmiştir. Danıştay’ın 2008/9080 E.No,
2012/965 K.No ile verdiği kararda, BEMKA’nın konuya ilişkin itirazını
reddedilmiş ve BEMKA’ya toplam gelirleri üzerinden verilen idari cezası
onanırken şu yorum yapılmıştır:
“…Diğer
taraftan, her ne kadar davacı şirket tarafından, HES isimli firmaya gayri safı
gelir, kendilerine ise toplam gelirleri üzerinden para cezası verilmesinin
yerinde olmadığı ileri sürülmüş ve dosya eki soruşturma raporundaki muhasebe
kayıtlarından, HES isimli teşebbüse EBT gelirleri üzerinden davacı şirkete ise
toplam gayri safi geliri üzerinden para cezası verildiği görülmüş ise de; 4054
sayılı Kanun'un 16. maddesinde, idari para cezasının üzerinden hesaplandığı
gayri safi gelir unsurları konusunda bir ayrıma gidilmediğinden, davacı şirkete
gelir türüne ilişkin bir ayrım yapılmaksızın gayri safi geliri üzerinden idari
para cezası verilmesinde Kanun'a aykırılık bulunmadığı gibi HES isimli
teşebbüse Kanun'da öngörülen kritere aykırı olarak verilen para cezasının, adı
geçen şirketin lehine olması, davacı şirketin hukuki durumuna bir etki
yapmaması ve ancak soruşturmada şikâyetçi sıfatıyla bulunan kişiler tarafından
açılacak bir davada değerlendirilebilecek nitelikte olması nedeniyle davacı şirketin
bu iddiası ve diğer iddiaları dava konusu işlemi sakatlar nitelikte
bulunmamıştır…”
Danıştay’ın bu iki kararının ardından
çıkarılabilecek sonuçlar şunlardır:
1) Rekabet Kurulu’nun bundan sonra vereceği idari
para cezalarının tespitinde, hukuki dayanağı 4054 sayılı Kanunun 16.
maddesindeki “…Kurul tarafından
saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin…” ifadesi olan ve
gerektiğinde Rekabet Kurulu’na bir teşebbüsün toplam gelirleri üzerinden değil,
yine Kurul tarafından belirlenen alt ilgili ürün pazarlarına atfedilen gayri
safi gelirler üzerinden ceza verebilme imkânını doğuran “takdir yetkisi”
Danıştay tarafından kısıtlanmıştır.
2) Bu demek oluyor ki geçmişte Rekabet Kurulu
tarafından örneğin bankacılık sektörüne (maaş promosyonlarına ilişkin) ya da otomotiv
sektörüne ilişkin verilen ya da bunların dışında soruşturma konusu
teşebbüslerin gayri safi gelirleri üzerinden cezalandırılma yapılmayan tüm
kararlar Danıştay’ın bu bakış açısı ile hukuka aykırı olarak
nitelendirilebilecek konuma gelmiştir.
3) Yüksek gayri safi gelire sahip teşebbüslere
alt ilgili ürün pazarlarına ait toplam gelirleri üzerinden (HES kablo gibi)
ceza verilmesi dönemi kapanmıştır. Bir başka ifade ile rekabet ihlali yapan bir
teşebbüse verilecek idari para cezasının hesaplanmasındaki temel prensip,
ihlali yapan teşebbüse verilecek para cezasının, o teşebbüsün soruşturmaya konu
ilgili ürün pazarındaki gelirleri üzerinden değil, o ilgili ürün pazarı da
dahil elde ettiği tüm toplam gelirleri üzerinden verilmesidir.
4) Yüksek cirolara sahip olunması nedeniyle Ceza Tebliği hükümleri çerçevesinde yüzdesel anlamda (örneğin kartelse %2'den başlayarak) gereken cezanın oranına ulaşılamaması; ihlale konu olan ilgili ürün pazarından elde
edilen cironun toplam gelirler içerisindeki payı küçükse verilecek cezanın bahse konu küçük
ciro üzerinden hesaplanması dönemi sona ermiştir. Bu gibi bir durum ile karşılaşıldığında olması gereken, yüksek ceza vermemek için küçük cironun tercih edilmesi değil, ihlale konu ilgili ürün pazarından elde edilen cironun toplam gelirler içindeki payı küçükse bunun nihai cezanın
takdirinde bir indirim sebebi yapılmasıdır. Aksi durumlar, hem kartellerin ekonomiye verdiği zararların bir nebze de olsun telafi edilmesini engellemekte, hem de bu tip yapılar üzerinde caydırıcı bir etki yaratmadığı için kısa süre sonra bizatihi aynı sektörde yeni karteller kurulmakta ya da karteller kaldıkları yerden ihlallere devam etmektedir [Örneğin HES kablonun 2006 yılına ilişkin toplam gayri safi geliri 333.426.176 TL, EBT pazarındaki cirosu ise 17.339.279 TL'dir. HES kabloya eğer toplam
gayri safi geliri üzerinden ceza verilseydi bu ceza 17.339.279 TL olarak
gerçekleşecekti. Ancak para cezası EBT pazarındaki toplam gelirleri üzerinden
verildiği için miktar 1.667.130 TL olmuştur. Aslında burada ceza toplam gayri
safi gelir üzerinden verilmeli, ancak EBT cirosunun toplam gayri safi gelirleri
içerisindeki payının sadece % 5 olması dikkate alınarak bu oran bir indirim
sebebi yapılmalıydı].
B) % 10'LUK CEZA ÜST SINIRI, AİLE SORUMLULUĞU VE TÜRKİYE'DE DURUM
HES kararında Danıştay tarafından yeterince açık
biçimde ortaya konulmayan bir husus da “teşebbüs” tanımının sınırları ve bunun
% 10’luk üst sınırın hesaplanmasına etkisidir. Danıştay “Rekabet Kurulu tarafından verilecek idari para cezalarının
hesaplanmasında bir teşebbüsün toplam gayri safi gelirleri dikkate alınır”
diyerek işin bir kısmına noktayı koymuşken, cezanın % 10’luk üst sınırının
tespit edileceği toplam gelirlerin nasıl hesaplanacağına bir açıklık
getirmemiştir. Örneğin; ortada bir holding yapısı olduğunu düşünülse ve bu
holdinge A dense, bu holding’in kontrol ettiği B şirketi olduğu ve B şirketinin
de C’yi kontrol ettiği varsayılsa; C şirketi tarafından gerçekleştirilecek
olası bir rekabet ihlali neticesinde Rekabet Kurulu tarafından verilecek
cezanın % 10’luk tavanının hesaplanmasına konu olacak toplam gelir rakamının
A’nın mı yoksa B’nin mi yoksa sadece C’nin mi toplam gelirlerinden hangisinin
olacağı konusunda yeterince açıklık bulunmamaktadır.
Yukarıdaki örnekte yer alan yapıya sahip olan
Avrupalı holdingler tarafından kontrol edilen yavru şirketlerin rekabet
kurallarını ihlal etmesi durumunda, Avrupa Komisyonu tarafından verilen idari
para cezalarının tespitinde “aile sorumluluğu” kavramı öne çıkmakta ve verilen
ceza ana şirketi de etkilemektedir. Bu kavramın uygulanması ile ilgili olarak
şu üç nokta önemlidir:
1) İhlali yapan bir teşebbüse verilecek idari
para cezasının temeli olan baz cezanın miktarı, ihlale konu olan ilgili ürün
pazarıyla sınırlı olmakla birlikte, baz ceza gerektiğinde o pazardan elde edilen toplam
gelirlerin % 30’undan başlatılmakta ve bunun üstüne ihlalin süresi ile yıldırma
çarpanı başta olmak üzere çeşitli ağırlaştırıcı ve hafifletici unsurlar
eklenerek nihai para cezası hesaplanmaktadır.
2) Bütün bu faktörler dikkate alındıktan sonra
ortaya çıkan nihai cezanın miktarı, o teşebbüsü (varsa) kontrol eden ana
şirketin toplam gelirlerinin %10’undan fazla olamamaktadır. İdari para
cezasının üst sınırının ihlali gerçekleştiren teşebbüsün toplam gelirlerinin
%10’u olarak değil, aile sorumluluğu kapsamında o şirketin ait olduğu yapının
bütün gelirlerinin toplamının % 10’u olarak uygulanması, Avrupa Komisyonu’na
verilebilecek cezasının üst sınırını oldukça önemli boyutta artırabilme imkanı
vermekte ve ana şirketlerin konsolide cirolarını konacak tavanın konusu haline
getirmektedir.
3) Bahse konu cezanın ödenmesinde yavru şirket ve
ana şirket birlikte müteselsilsen sorumlu olup, bu şekilde ceza yükünün altına
ana şirket de sokulmaktadır. Bu da ihlalleri kontrol ettiği yavru şirketler
vasıtasıyla gerçekleştirebilecek konumda olan holding şirketleri açısından
caydırıcılık anlamında önemli bir etkiye sahip olmaktadır.
Avrupa Birliği nezdinde geçerli olan bu yapı
çerçevesinde kontrol ettiği yavru şirketler üzerinde belirleyici etkiye sahip
olan ve aranan diğer kriterleri de haiz olan holdingler/ana şirketler de aile
sorumluluğu çerçevesinde ceza mekanizmasının içine dahil olmaktadır. Türkiye’de
bu şekilde bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla Rekabet Kurulu tarafından
verilen idari para cezalarının tespitinde sadece ihlali gerçekleştiren
teşebbüsün toplam gelirleri, kimi zaman da o teşebbüsün toplam gelirlerden bile
daha düşük miktara tekabül eden alt pazarlardaki toplam gelirleri dikkate
alınmaktadır. Bir başka ifade ile Avrupa Komisyonu ana şirkete yani yukarı
doğru bir rücu isteği içindeyken (caydırıcılık amaçlı), biz de ise tam tersi
bir durum söz konusu olmakta ve özellikle yüksek cirolu holdingler veya
teşebbüsler söz konusu olduğunda mümkünse ilgili ürün pazarı tanımında bile alt
kırılımlara gidilmekte ve ceza miktarı küçültülmektedir.
4054 sayılı Kanunun 3. maddesinde yer alan ve “…Piyasada mal veya hizmet üreten,
pazarlayan, satan gerçek ve tüzel kişilerle, bağımsız karar verebilen ve
ekonomik bakımdan bir bütün teşkil eden birimler” şeklindeki “teşebbüs”
tanımı incelendiğinde, holding ve yavru şirketlerin birlikte aynı ekonomik
bütünlük içinde değerlendirildiği görülmektedir. Bu nedenle, Avrupa’daki uygulamaya
benzer bir şekilde yavru şirketler ve holdinglerin aslında aynı çatı altında
faaliyet gösteren tek bir teşebbüs olduğu yorumunun yapılmasının mevcut Kanun
çerçevesinde dahi teknik olarak mümkün olduğu düşünülmektedir.
Nasıl ki Rekabet Kurulu aynı holding tarafından
kontrol edilen iki yavru şirket arasındaki birleşme ve devralmaları
değerlendirirken rahatlıkla “bu bir grup içi bir birleşmedir, izne tabi
değildir” diyebiliyorsa; 7. madde için yaptığı “aynı ekonomik bütünlük/grup
içi” yorumunun bir benzerini aynı şekilde 16. madde çerçevesinde yaptığı ceza takdirlerinde de yapabilmesi
mümkündür.
Rekabet Kurulu’nun bu yorumu yapması, idari para
cezasının ihlali yapan yavru şirkete değil, holding şirketine kesilmesi gibi bir
anlama kesinlikle gelmemektedir. Böyle olası bir yorumun pratik anlamı, aynen
Avrupa’da olduğu gibi 4054 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen % 10’luk
tavanın tepede tek teşebbüs olan holding şirketine doğru kaydırılması ve
cezanın üst sınırının genişletilmesi ancak asıl cezanın yavru şirketin faaliyet
gösterdiği ve ihlalin gerçekleştiği ilgili ürün pazarı dikkate alınarak
verilmeye devam edilmesi olacaktır. Çıkarılan Ceza Yönetmeliğinde verilen baz
cezanın başlangıç miktarının %30-40 veya %10-15 gibi bir seviyede belirlenmesi, caydırıcılık çarpanı kullanması,
ağırlaştırıcı/hafifleştirici sebeplerin tek tek sayılıp şeffaflık sağlaması gibi hususlar için Ceza Yönetmeliği'nde ya da 4054 sayılı Kanun'da değişiklik yapılması tamamen ayrı bir konudur ve genişletici tavan ceza yorumu için gerekli değildir. Bu anlamda eldeki malzeme yeterlidir.
Toparlamak gerekirse, Danıştay’ın HES kararı ile
birlikte bundan sonraki kararlarda şu hususlar önem kazanacaktır:
1) Soruşturma konusu teşebbüslere verilen idari
para cezaları, o teşebbüslerin toplam gayri safi gelirleri üzerinden olacak;
alt pazarlar kırılımına ve oradaki ciroların kullanımına imkân kalmayacaktır.
2) Teşebbüs tanımının sınırları henüz Avrupa’daki
gibi olmadığından, en azından bir süre daha cezalar sadece (yavru şirket de
olsa) ihlali gerçekleştiren şirkete verilmeye devam edilecek; %10’luk tavanın
genişletici bir teşebbüs tanımı yorumu ile yukarı kaydırılması söz konusu
olmayacaktır.
3) Bundan sonraki kararlarda bir teşebbüsün
toplam gelirleri üzerinden değil, HES kararı örneğindeki gibi alt pazarlara ait
cirolar üzerinden verilecek idari para cezalarına itiraz etmek bahse konu HES
kararını referans göstererek mümkün olacaktır. Ancak bu itiraz sadece
soruşturmaya taraf olan şikâyetçiler tarafından ileri sürülebilecektir. Bu
bakımdan, özellikle kartel kararlarında şikâyetçi olan kişi veya teşebbüslerin
bu konuyu yakından takip etmeleri gerekecektir.
Sonuç olarak, bundan sonraki dönemde bizleri de
miktarsal olarak daha da artan cezalar beklemektedir.
Br başka yazıda daha görüşmek üzere….