Kasım 2012’de yazdığım
ABD’deki TFT-LCD kararına ilişkin mahkemenin verdiği kararları tartıştığım bir
yazımda, mahkemenin, AU Optronics Corporation’ın etkin bir rekabet uyum
programı oluşturması şartıyla şirketin iki yöneticisi hakkında verdiği 10
yıllık hapis cezasını 3 yıla düşürdüğünü ve bunu bir anlamda bir şartlı tahliye
unsuru olarak kullandığını belirtmiştim.
İki gün önce yine
benzer bir gelişmeye tanık olduk. Hepimizin hayatında artık vazgeçilmez bir
yeri olan ve bugünlerde sinemalarda da aslında kitabına göre başarısız bir
filmini izlediğimiz Jobs’un ve onun ilk göz ağrısı olan Apple hakkında New York
Federal mahkemesinin ilginç bir karar verdiğini düşünüyorum.
Buna göre, New York
Federal mahkemesi yargıcı Denise Cote, geçtiğimiz Salı günü verdiği kararda,
Apple’a ABD dışındaki operasyonlarının rekabet uyum seviyesini artırmak ve
gelecekte yapacakları eylem ve anlaşmalar ile bir daha rekabet kurallarını
ihlal etmelerini engelleyecek bir rekabet uyum sorumlusu istihdam etmesini ve bir rekabet uyum programı oluşturmasını emretmiştir.
Yargıç Cote yaptığı
açıklamada, ilk başta kendisinin de böyle bir karar vermeyi düşünmediğini ancak
ABD’de de e-kitap sağlayıcıları ile yaptığı anlaşmaların rekabete aykırı olduğuna karar verilen Apple’ın, bahse konu karardaki rekabete aykırı davranışlarının vahametinin anlaşılması ya da bu yanlışların düzeltilmesi konusunda herhangi bir pişmanlık göstermemesi ya da iyiye doğru bir gidiş vaat etmemesi nedeniyle böyle zorlayıcı bir karar verdiğini belirtmiştir. Yargıç Cote’nin ifadeleri aynen şu şekildedir: “Apple’ın ticari faaliyetlerine en düşük müdahaleyi yapacak bir karar vermeye çalıştım. Ancak, bu kararı verirken aynı zamanda ABD’deki vergi veren vatandaşlarımızın vergilerinin bir daha benzer konuda bir rekabet soruşturmasına ayrılmasını istemedim”. Gerçekten de ABD’nin geldiği bu noktanın, hem Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu'nun hem de bizim şirketlerimizin rekabet savunuculuğu, rekabet bilinci ya da şirketlerde neden bir rekabet uyum sorumlusu olmalı konusundaki gerekliliğe ilişikin (“o da ne ki?” ya da “ne gerek var canım” olan) düşüncelerimizin çok ötesinde olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
ABD’de de e-kitap sağlayıcıları ile yaptığı anlaşmaların rekabete aykırı olduğuna karar verilen Apple’ın, bahse konu karardaki rekabete aykırı davranışlarının vahametinin anlaşılması ya da bu yanlışların düzeltilmesi konusunda herhangi bir pişmanlık göstermemesi ya da iyiye doğru bir gidiş vaat etmemesi nedeniyle böyle zorlayıcı bir karar verdiğini belirtmiştir. Yargıç Cote’nin ifadeleri aynen şu şekildedir: “Apple’ın ticari faaliyetlerine en düşük müdahaleyi yapacak bir karar vermeye çalıştım. Ancak, bu kararı verirken aynı zamanda ABD’deki vergi veren vatandaşlarımızın vergilerinin bir daha benzer konuda bir rekabet soruşturmasına ayrılmasını istemedim”. Gerçekten de ABD’nin geldiği bu noktanın, hem Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu'nun hem de bizim şirketlerimizin rekabet savunuculuğu, rekabet bilinci ya da şirketlerde neden bir rekabet uyum sorumlusu olmalı konusundaki gerekliliğe ilişikin (“o da ne ki?” ya da “ne gerek var canım” olan) düşüncelerimizin çok ötesinde olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Apple Mahkeme’nin bu
kararını “makul olmayan ve haksız” bir karar olarak nitelemiş ve itiraz
etmiştir. Ancak, yargıç Cole, Amerikan Yüksek Mahkemesi kararları ışığında Federal
Mahkemelerin bu şekilde zorlayıcı bir karar verebilme yetkilerinin bulunduğunu söyleyerek Apple'ın itirazını reddetmiş ve Apple’ın bu yönde atacağı adımlar ile Amerikan iş dünyası
için örnek olabilecek bir program yaratabileceğini belirtmiştir. Yargıç Cole
ayrıca, Apple’ın bahse konu rekabet uyum programı kapsamında şirket yönetim
kurulu üyelerinin ve önemli yöneticilerinin mutlaka düzenli ve sürekli biçimde
eğitilmesi gerektiğini söyleyerek, bunun hem daha alt seviyedeki şirket çalışanlarına vereceği mesaj
hem de gelecekteki potansiyel ihlallerin önlenmesi açısından çok önemli
olduğunu eklemiştir.
Görüldüğü gibi henüz
Avrupa Komisyonu açısından bir örneği olmayan ancak son dönemde ABD’de örnekleri
oluşmaya başlayan zorlayıcı rekabet uyum programlarının Avrupa’ya ve de oradan
Türkiye’ye nasıl yansıyacağını her birlikte göreceğiz. Amerikan şirketlerinin
öncülüğünde bu tür uygulamaların yaygınlaşması halinde, orta vadede, zorlayıcı
rekabet uyum programlarının “zorlayıcı” olarak değil de sanki şirketlerin sahip
olması gereken bir uluslararası standart gibi Avrupa, Türkiye ve diğer ülkelere
yayılabilmesi ihtimalinin olduğunu düşünüyorum.
Tekrardan görüşmek dileğiyle…