Herkese Merhabalar,
Anadolu Efes bünyesinde faaliyet gösteren bayi ve distribütörler için hazırlatılmış olan rekabet uyum filmimiz tamamlanmıştır. Anadolu Efes olarak rekabet uyum alanında bir ilke daha imza atmış olmanın heyecanı içindeyiz.
Bu filmin hazırlanmasında çok büyük emeği geçen Rekabet Uyum Yöneticimiz Melis Çoban'a ve bizden desteğini esirgemeyen Genel Müdürümüz Sayın Altuğ Aksoy'a teşekkürü borç biliyorum.
Bu vesile ile filmimizin Türk rekabet dünyasına hayırlı olmasını dilerim...
Görüşmek üzere...
Anadolu Efes Rekabet Uyum Filmi
Committing up to date, short, understandable and entertaining competition law material that is transformable into applicable compliance materials to every day business
8 Temmuz 2014 Salı
13 Mart 2014 Perşembe
Rekabet Uyum Programları Bir İndirim Sebebi Olmalı mı?
Ülkemiz rekabet mevzuatını ilgilendiren iki önemli
değişikliğin gündemde olduğu bu dönemde, rekabet uyum programlarının bir ceza
indirim sebebi olarak Yeni Ceza Yönetmeliği’nde (YCY) veya 4054 Sayılı
Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun (“Kanun”) çeşitli maddelerinde
değişiklikler yapılmasına ilişkin çalışmanın bir maddesi olarak Kanun’a derç
edilmeli yoksa edilmemeli mi bu konudaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Özellikle YCY uygulanması ile
birlikte teşebbüsler için öngörülen cezaların önemli ölçüde artacak olması
yanında, başta halka açık şirketler olmak üzere, geçirilen soruşturmaların veya
alınan para cezalarının şirketlerin marka sermayesi üzerinde yarattığı olumsuz
etkiler bir arada düşünüldüğünde, rekabet uyum programlarının öneminin daha da
artacağını tahmin etmek yanlış olmayacaktır.
Rekabet uyum programları,
rekabet otoritelerinin idari para cezaları yoluyla ulaşmaya çalıştığı amacı
yani mal ve hizmet piyasalarında rekabetin tesisini; rekabet kültürünü ve
rekabet kurallarına uygun hareket etme prensibini şirket çalışanlarının ve
yöneticilerinin gündelik iş hayatının bir parçası haline getirmek suretiyle
özel sektörün yapması anlamına gelmektedir.
Özel sektörde faaliyet
gösteren teşebbüslerin kendi bünyelerinde oluşturacağı birimler ve bu birimler
nezdinde yapacağı yatırımlar ile uygulamaya sokacağı rekabet uyum programları,
uzun ve yıpratıcı soruşturmalar ile bu soruşturmalara tahsis edilen kaynakların
ağır rekabet ihlallerine ayrılabilmesine imkan yaratabilecek bir araçtır. Kanun
değişikliği ile Türk rekabet mevzuatına taahhüt ve uzlaşma gibi önemli ceza
öncesi ara çözümlerin de gireceği düşünüldüğünde, özellikle kartel harici diğer
ihlallerin (hakim durum veya dikey ihlaller) ortaya çıkmasını önlemede rekabet
uyum programlarının; bu ihlaller ortaya çıkmışsa da rekabetin tekrardan tesis
edilmesini soruşturmalara göre daha kısa sürede ve daha etkili yapabilecek
uzlaşma ve taahhüt mekanizmalarının aslında birbirlerini tamamlayıcı nitelikte
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bunun dışında, özellikle 2008
sonrasında dünyada yaşanan finansal kriz, bize şirketlerin şeffaflık, etik
prensipler ile yönetim, kurumsal yönetim, hesap verilebilirlik ve kurumsal sosyal
sorumluluk gibi konularda aslında ne kadar fazla eksikliklerin olduğunu
göstermiştir. Rekabet uyum programları, etkisi, ölçeği ve engel olabildiği
rekabet ihlalleri itibariyle bu resim içinde neredeyse her prensip altında
kendisine yer bulabilecek kadar önemli bir güce sahiptir.
Avrupa Komisyonu ve Avrupa
mahkemelerinin rekabet uyum programı olan şirketlere para cezası verirken onu
bir indirim sebebi yapıp yapmadığına ilişkin pozisyonlarına baktığımızda,
dalgalı bir süreç sonunda gelinen noktanın “bitaraflık” merkezinde durmak
olduğu görülmektedir. Bir başka ifade ile Komisyon veya mahkemeler, rekabet
ihlali yapan bir teşebbüse ceza verirken onun bir rekabet uyum programına sahip
olmasını ne bir hafifletici unsur ne de bir ağırlaştırıcı unsur olarak ele
almamaktadır.
Bu konudaki ilk ve en popüler
dosya, 1988 tarihinde sonuçlanan ve hakim durumun kötüye kullanılması kararı
ile sonuçlanan British Sugar/Napier Brown dosyasıdır. Komisyon, bu dosya
kapsamında, British Sugar tarafından uygulanan rekabet uyum programının
varlığını bir indirim sebebi yapmıştır. Bu karadan sonra 1998 yılında yine
British Sugar tarafından yapılan ancak bu sefer bir 101. madde ihlali olan
dosyada Komisyon, British Sugar’ın bu programa sahip olmasına ve uzun yıllardır
uygulamasına rağmen bir kartel içinde yer alması nedeniyle bu sefer mevcut
programı bir ağırlaştırıcı unsur olarak ele almış ve cezayı sırf bu nedenle %
75 oranında artırmıştır.
Bu dalgalı süreç zamanla
durulmuş ve bugün gelinen “bitaraflık” noktasında dengeye oturmuştur. Konuya
ilişkin CJEU’nun Temmuz 2013 tarihinde verdiği güncel bir kararda (Schindler
dosyası), para cezası alan teşebbüslerin CJEU nezdinde ileri “rekabet uyum
programı olmasının bir indirim sebebi olması” yönündeki itirazların kabul
edilmediği ve bu yönde karar veren Komisyon ve General Court kararlarında
hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
Ancak belirtildiği gibi bu
yaklaşım, Avrupa Birliği çatı yaklaşımı olmakla beraber, ülke mahkemeleri ve
ülke rekabet otoritelerinin farklı uygulamaları mevcuttur. Bu bağlamda,
Komisyonun ve Avrupa mahkemelerinin rekabet uyum programlarının bir
hafifletici/ağırlaştırıcı unsur olmadığı şeklindeki bitaraf yaklaşımı eksik ya
da yanlış olarak değerlendirilmemeli; aksine, bu yaklaşım, ülke rekabet kurumlarına
ve mahkemelerine oyun alanı açan ve “eğer rekabet uyum programlarını cezada bir
indirim sebebi yapmak istiyorsan, kendi ülke mevzuatında bunu yapabilirsin”
şeklinde yorumlanması gereken bir ara pası olarak yorumlanmalıdır.
Nitekim İngiliz Rekabet Otoritesi
(OFT) ile Fransız Rekabet Otoritesinin (FAC), Avrupa Birliği üyesi ülkeler
arasında bu konuda oldukça yenilikçi yaklaşımlara sahip olan otoriteler olduğu
görülmektedir. Buna göre, bu otoriteler, rekabet uyum programları, rekabet
kültürünün şirketler çapında gelişmesine, çalışanların bu konuda
eğitilmelerine, rekabet ihlali olabilecek hususların önceden tespit edilip
önlenebilmesine ve hatta rekabet ihlallerinin ortaya çıkarılıp pişmanlık
başvurusu yapılabilmesine imkan veren araçlar olarak değerlendirmekte ve bu
durumda bahse konu programların bir indirim sebebi yapılabileceği (takdir hakkı
Kurul’da olmakla birlikte) konusunda kapı açık bırakılmaktadır. Konuya ilişkin
bir başka örnek de İtalyan Rekabet Otoritesi’dir (AGCM). Buna göre,
teşebbüsler, eğer kabul görmüş standartlara sahip olan ve etkili biçimde
uygulanan bir rekabet uyum programının varlığını ispat edebilirlerse, bunun bir
indirim sebebi olarak dikkate alınabileceği belirtilmektedir.
Benzer ülke örneklerinin de
zamanla artacağını beklemek herhalde hayalcilik olmayacaktır. Rekabet
Kurumu’nun bugüne kadar rekabet uyum programlarının cezaya etkisi hususunda
kendini konumlandırdığı yer Komisyon ile paralellik arz etmektedir. Ancak son
yıllarda Rekabet Kurumu’nun rekabet savunuculuğuna verdiği önem düşünüldüğünde,
rekabet uyum programlarının yaygınlaşmasının bu politika üzerinde çok önemli
bir pozitif dışsallık etkisine sahip olacağı yadsınamaz bir gerçektir.
Kanun değişikliği
çalışmasının içinde veya YCY’ye yapılacak bir ekleme ile ceza indirim sebepleri
arasına rekabet uyum programının da dahil edilmesi (oranın kaç olduğu önemli
değil), normalde Rekabet Kurumu tarafından kaynak ve zaman harcanarak yapılan
rekabet savunuculuğunun ve kartel harici olan ve zamanında müdahale ile
önlenmesi mümkün olan ihlalleri de önleyerek Kurum üzerindeki yükün bir
kısmının özel sektöre devredilmesinin önünü açacaktır.
Rekabet Kurulu’nun, Kanun
değişikliği veya YCY’ye ilave ile rekabet uyum programlarının varlığını bir
indirim sebebi yapabilir hale gelmesi, Kurul’un teşebbüsleri cezalandırmaktan
yani kendi caydırıcı gücünden vazgeçmesi anlamına gelmediği gibi, idarenin
takdir yetkisi çerçevesinde Avrupa’daki uygulamada da olduğu gibi, rekabet uyum
programlarının varlığını bir indirim sebebi olarak bazı dosyalarda da
uygulanmayabilecektir.
Dolayısıyla, rekabet uyum
programlarını otomatiğe bağlanmış bir indirim sebebi olarak değil, taahhüt ve
uzlaşma mekanizması ile birlikte “akılcı rekabet politikası yönetiminin” bir
tamamlayıcısı olarak düşünülmelidir. Hatta taahhüt mekanizması çerçevesinde,
ABD’de örnekleri olduğu gibi, şirketlere ileride zorunlu olarak bir rekabet
uyum programı oluşturmaları şeklinde yükümlülükler getirilmesi de mümkün olacak
ve bu üç unsur birbirini destekleyecektir.
Rekabet Kurulu tarafından
verilecek idari para cezalarında, cezaya konu ihlali yapan teşebbüsün bir rekabet
uyum programına sahip olması nedeniyle yapılabilecek bir indirim, teşebbüslerin
bu konuya yatırım yapmaya teşvik edecek ve rekabet kültürünün ve rekabet uyum
bilincinin teşebbüsler arasında çok daha kısa sürede yayılmasına imkan
verilecektir. Bu doğrultuda yapılacak bir
yasal düzenlemeye ilaveten, Rekabet Kurumu’nun özellikle KOBİ’ler başta olmak
üzere, rekabet uyum programlarının nasıl olması gerektiği, nasıl uygulanması
gerektiği ve bu programları uygularken nelere dikkat edilmesi gerektiği gibi
konularda teşebbüslerle iletişim içinde olacak, onlarla birlikte çalışabilecek
uzmanlardan oluşan bir birimi de ihtiyaç duyacağı unutulmamalıdır. Bu çalışma
şekli, hem Kurumun özel sektördeki yerini, tanınırlığını ve imajını olumlu
yönde etkileyecek hem de diğer devlet kurumlarına güzel bir işbirliği örneği
olacaktır.
Bir sonraki yazımda görüşmek
dileğiyle…
4 Mart 2014 Salı
Draft Regulation of Turkish Competition Authority on Setting Administrative Fines for Violations of Competition Law
Turkish Competition Authority (“TCA”) published
the “Draft Regulation on Setting Administrative Fines for Violations of
Competition Law” (“draft regulation”) on its website on
17.01.2014 to solicit public opinion, and submissions can be made until
17.02.2014. As the opinion period has expired, draft regulation is expected to
enter into force in second quarter of 2014.
This article aims to summarize the risks that the
group companies may face upon the entry into force of the draft regulation.
The draft regulation, which annuls the existing one,
lays out the rules and principles on setting fines to companies, executives of
the companies and persons that violate the Turkish Competition Law, numbered
4054 (“competition law”) .
In the draft regulation, the TCA uses a five-step
methodology when setting the fine to be imposed.
1) Calculation of the Basic Amount of the Fine
a. In calculation of the basic
amount of the fine to be imposed, the value of the undertaking’s net
sales of goods or services to which the infringement directly or
indirectly relates in the relevant market or markets. As a general rule, the proportion of the value of
sales taken into account will be set at a scale of up to 30 % of the value of
sales. One important aspect of the net sales one should take into account is it
does not include indirect taxes. Therefore, the amount of net sales, which is going
to be the base of the fine to be imposed, would be without any indirect taxes
that might really and artificially increase the amount of fine. That is good
news for the companies whose products or services have high amount of indirect
taxes on it.
b. If several provisions of the
competition law violated, fines for each violation will be calculated
separately.
c. The basic amount of the fine will be related to a proportion of the value
of sales, depending on the degree of gravity of the infringement, multiplied by
the number of years of infringement.
d. The assessment of gravity will be made on a case-by-case basis for all
types of infringement, taking account of all the relevant circumstances of the
case. In order to
decide whether the proportion of the value of sales to be considered in a given
case should be at the lower end or at the higher end of the regulated scale,
the TCA will assess the nature of the infringement, the combined market share
of all the undertakings concerned, the geographic scope of the infringement and
whether or not the infringement has been implemented.
e. In case of hardcore
restrictions such as horizontal price-fixing, market-sharing and customer
sharing agreements, the proportion of the value of sales taken into account for
such infringements will generally be set at the higher end of the scale (30%).
2) Aggravating Circumstances
The basic amount may doubled
where the TCA finds that there are aggravating circumstances such as refusing not to
cooperate with the TCA or being the instigator of the infringement. Aggravating
circumstances are in line with the existing provisions of current fining
regulation. So, no further explanation is needed.
3) Mitigating Circumstances
The basic amount might be reduced by up to 3/4 when
the TCA finds that there are mitigating circumstances such as effective
cooperation with the TCA throughout the investigation or where the
anti-competitive conduct of the undertaking has been authorized or encouraged
by public authorities or by legislation. Mitigating circumstances are in line
with the existing provisions of current fining regulation. So, no further
explanation is also needed.
However, in my opinion, competition compliance
programs as a mitigating factor should be in the draft regulation in order to
foster the compliance programs among the companies operating in the Turkish
market. There is no international consensus on whether competition law
violators that had compliance programmes in place at the time of the violation
should be given lighter sanctions. Some jurisdictions encourage companies to
implement compliance programmes by granting a reduction in fines when there is
a violation despite the existence of a bona fide programme.
Authorities in favour of awarding credit for
compliance programmes believe that if the programme is genuine, misconduct by a
few people should not represent the majority, and that in any case the fact
that one violation occurred and went undetected does not mean that the
programme failed to prevent or detect others. If the TCA’s approach to
compliance programmes is in line with this interpretation, the first step
should be taken by the TCA is to put that issue not only the into draft
regulation but also the draft law which is currently at the Turkish Grand
National Assembly these days.
TCA should also ensure companies do not simply
implement low cost, low maintenance, superficial or sham programmes in order to
be granted mitigation but not contributing any prevention at all. In this
regard, should a compliance program mediate a reduction in the fine, the
programme must be reasonably designed, implemented and enforced. If a
reasonable compliance programme in a given company is regarded as a mitigating
factor, it would not only foster the number of companies which have compliance
programs but also help the TCA spare more (scarce) resources to deal with
hard-core infringements rather than dealing with “other infringements” which
may be prevented by compliance programmes.
4) Repeated Infringements
In the case where an undertaking continues or repeats
the same or a similar infringement in 8 years after the TCA has made a finding
that the undertaking infringed competition law, the basic amount will be
doubled for each such infringement established. That is
also bad news for the loyal customers of the TCA.
For the infringement to be considered repeated, it’s
not necessary for a company/person to violate the same provision of the
competition law. Any act which violates competition law following a decision of
the TCA establishing an infringement in 8 years will be considered as a
repeated infringement.
5) Deterrence Multiplier
To ensure that fines have a deterrent effect, the TCA
may increase the fines if undertakings have a particularly large turnover
beyond the sales of goods or services to which the infringement relates. The
TCA will also take into account the need to increase the fine in order to
exceed the amount of gains improperly made as a result of the infringement
where it is possible to estimate that amount. However, even though this
provision is similar with the European implementation, it possesses great risk
and ambiguity for the companies since it has not any cap at all. Therefore, on
top of the higher amount of fines due to the draft regulation, deterrence
multiplier without any cap may really cause severe monetary fines for the
companies. It shall definitely be capped in line with the Commission decisions
(such as 1-3) in order to have some legal predictability for the companies.
At the end of these steps, a final amount of fine is
to be calculated. The final amount of the fine shall not, in any event, exceed
10 % of the total turnover in the preceding business year of the undertaking or
association of undertakings participating in the infringement. In calculation
of the legal maximum, not only the net sales of the undertaking which violates
the competition law, but also combined net sales of all undertakings which
belong to same economic unit pursuant to the Article 3 of the Competition Law
will be taken into account, including their foreign and domestic gross
revenues.
However, this provision also creates further questions
for the companies especially in the context of parental liability. Under the EU
competition law, liability is imposed on “undertakings”. An “undertaking” is an
entity or group of entities which effectively function as a single economic
unit. A parent and its subsidiaries will form such a unit when the parent
exercises “decisive influence” over the conduct of the subsidiary. Decisive
influence may be established where the subsidiary, despite having a separate
legal personality, does not decide independently its own market conduct but
rather is considered to operate in accordance with the will of its parent
company. In this regard, parent companies should expect to be held jointly and
severally liable for the anti-competitive infringements committed by their
subsidiaries.
I guess the TCA will eventually adopt the “parental
liability concept” in the near future since we already have the same provisions
and definitions as Council Regulation 1/2003. Therefore the question is whether
the Board is ready to internalize this concept or not. Because this concept
raises a number of disputed implications such as significantly raising the maximum
fining cap of 10% and the deterrence uplift as it takes into account the annual turnover of the group
constituting the undertaking. It inevitably and considerably exceeds the
turnover attributable to a single subsidiary
responsible for the infringement. Other risks include increased possibility of
finding recidivism in the context of draft regulation; it may occur if one or
more members of the corporate group had been previously sanctioned for
anti-competitive conduct. Furthermore, the inadequate application of the TCA may
cause an effect of over deterrence and raise questions concerning the breach of
personal responsibility.
Consequently,
- The method of calculation
of the basic amount of fine will not be very advantageous for companies
like EFPA, which record a great amount of their turnover on the market
where the infringement occurs.
- The fact that the
basic amount of fine will be multiplied by the number of years of the infringement; will increase the final amount of fines
to be imposed considerably.
- New provisions on
aggravating and mitigating factors are almost similar with the previous
ones. No additional risks are foreseen.
- In case of a repeated violation of any
provision of the competition law in eight years following a violation
decision of the TCA, the fines to be imposed may be increased by up to
hundred percent. This provision constitutes risk for the companies which have
been fined in before by the TCA.
- The fact that the maximum
amount of the deterrence multiplier is not definite, gives a wide
discretion power to the TCA. This article may be considered as the most
risky provision that will be effective with the new regulation. This
provision may result in the basic amount of fine to be multiplied by two
or three (like in the EU), which therefore increases the amount of fines
significantly.
- The provision on legal
maximum, which foresees that not only the turnover of the undertaking
which is involved in the infringement, but also the combined foreign and
domestic net sales of the group companies will be taken into account in
setting the legal maximum, constitutes a threat for the holding companies
by raising the fine ceiling considerably.
- One of the key concerns
arising out of the new regulation is the calculation of the legal maximum,
when there are several companies in the group which controls the company
involved in violation. Whether turnovers of all group companies or just
the companies which have direct control (more than % 51) and decisive
influence over the company which infringes the competition law will be
taken into account when calculating the legal maximum, in line with the
provisions of the Mergers and Acquisitions Directive of TCA, is a point of
discussion, which needs to be clarified by the Competition Authority.
- To sum up, the new fining
regulation will result in increase of fines considerably in all types of
violations of competition law whereas leading to more equitable fines
since fines will be determined upon the value of the sales where the
infringement occurs.
30 Ocak 2014 Perşembe
“Şemsiye Etkisi ve Üç Katına Kadar Tazminat II"
12.7.2012 tarihinde yazmış olduğum “Şemsiye Etkisi ve Üç Katına Kadar
Tazminat” konulu yazımın üstünden yaklaşık 13.5 aylık bir zaman geçmiş ve
neredeyse “şemsiye etkisi” kavramını unutmaya başlamışken, CJEU’dan konuyla
ilgili bugün bir haber çıkmış ve konu gerçekten ilginç bir hal almıştır.
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse satır başları şu şekildedir:
1) Avusturya’da faaliyet gösteren beş asansör üreticisi teşebbüsse Viyana
Bölge Yüksek Mahkemesi tarafından 14.12.2007 tarihlinde açıklanan karar ile
toplam 75.4 milyon Euro para cezası verilmiştir.
2) Viyana Bölge Yüksek Mahkemesi kararı üzerine Avusturya Demiryolu Şirketi
tarafından bir tazminat davası açılmıştır.
3) Davanın konusu, Avusturya Demiryolu Şirketi’nin, idari para
cezası verilen asansör kartelinin geçerli olduğu süre içinde kartel mensubu olmayan, dolayısıyla bahse konu fiyat anlaşmasının tarafı
niteliği bulunmayan asansör üreticisi teşebbüslerden yaptığı alımlar nedeniyle
maruz kaldığı zararların tazminini bizzat söz konusu kartel mensubu
teşebbüslerden talep etmesidir.
4) Avusturya Demiryolu Şirketi, Avusturya asansör pazardaki en büyük
üreticiler konumunda olan ve pazardaki ağırlığı büyük olan bu teşebbüslerin
yaptığı fiyat anlaşması nedeniyle yükselen asansör fiyatlarının sebep olduğu şemsiye etkisiyle (küçük
teşebbüslerin, pazarın büyük bir kısmına sahip olan karteli takip etmesi ve
onların kartel fiyatın etkilenmesi de denebilir), kartelin geçerli olduğu
dönemde (her ne kadar kendi alım yaptığı teşebbüs kartel mensubu olmasa da)
pazardaki tüm asansör fiyatlarının suni biçimde yükseldiği ve bu nedenle
şirketin zarara uğradığını iddia edilmiştir.
5) Avusturya Demiryolu Şirketi bu iddia ile ilk derece mahkemesine
başvurmuş ve ilk derece mahkemesi bu başvuruyu “…kartel mensubu olmayan bağımsız şirketlerin yine bağımsız olan fiyat
hareketlerinden kartel mensupları sorumlu tutulamaz çünkü bu iki durum arasında
bir illiyet bağı bulunmamaktadır…” diyerek reddetmiştir.
6) Avusturya Demiryolu Şirketi, ilk derece mahkemesinin bu kararını temyiz
etmiş ve olayı Avusturya Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştır. Önüne
gelen bu başvuruyu inceleyen Avusturya Yüksek Mahkemesi, başvuruyu kabul etmiş
ve dosyayı Avrupa Birliği Adalet Divanı’na (CJEU) taşımıştır.
Aralık ayı içinde CJEU’da yapılan
duruşmalarda taraflar dinlenmiştir. Avusturya Demiryolu Şirketi, şemsiye etkisi
nedeniyle kartel mensubu olmayan bir asansör şirketinden yaptığı alımlar
nedeniyle zarar uğradığını ileri sürmüş ve kartel üyelerinin bu tazmin etmesi
gerektiği talebini yinelemiştir.
AG Juliane Kokott tarafından mahkemeye verilen
mütalaada,
1) Avrupa Birliği'nde uygulanan rekabet
kurallarının, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin kendi kanunlarıyla, rekabet ihlalleri nedeniyle oluşan zararlarını tazmin etmek isteyenlerin davacıların bu taleplerinin, dışlayıcı (3 katına kadar tazminat davaları sadece kartel mensubu
şirketlerin taraf olduğu işlemleri ilgilendirir) bir yorum yapılarak engellenemeyeceğini,
2) Bu nedenle, “otomatik olarak” değil
ancak her bir dosya çerçevesinde yapılacak detaylı inceleme sonucunda, kartel
nedeniyle ilgili ürün pazarlarında fiyat artışı varsa, bu artıştan dolaylı olarak
kar elde eden ve kartel mensubu olmayan şirketlerin yaptığı yüksek fiyatlı satışlar
sonucu oluşan zarardan da kartel üyelerinin sorumlu tutulabileceğini belirtmiştir.
AG Juliane Kokott, mütalaanın Mahkeme
tarafından kabulü halinde özellikle ülke mahkemelerindeki iş yükünü inanılmaz
artıracağı şeklindeki yorumlarına, “rekabet
ihlalleri nedeniyle oluşan zararların özel hukuk aracılığı ile tazmini için
davacıları bekleyen yüksek ispat standartları ve zararın tespiti konusunda
yaşanan zorluklar düşünüldüğünde, şemsiye etkisi doktrini kabul de görmüş olsa,
her önüne gelenin değil, ancak böyle bir dava açarsa bunun artıları ve eksileri
ne oluru iyice düşünen kişilerin” dava açacağını belirterek, ülke
mahkemelerinde iş yükünün çok artacağı iddialarına itibar edilmemesi
gerektiğini belirtmiştir.
AG Juliane Kokott tarafından verilen bu mütalaanın
her ne kadar Mahkeme heyeti üzerinde bağlayıcı olmasa da, Mahkeme’nin kararını
bu yönde vermesi halinde, rekabet ihlallerinin özel hukuktaki sonuçları
anlamında rekabet dünyasında yeni bir episod’un başladığı söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)